Hata Benim Değil!?


Kader, imanın temelini oluşturur denilebilir. Açıklaması ise şöyle yapılmaktadır: “Allah’ın geçmiş ve gelecekteki olmuş ve olacak olan her şeyin iğneden ipliğine kadar her halini, her durumunu ve her şeklini zamanıyla birlikte mekânını ve tüm özelliklerini ilmiyle bilmesi ve bunun bilincinde takdir etmesidir.”

Kaza ise kısaca kaderin tecelli etmesidir. Yani kaderde planlanan her şeyin zamanı geldiğinde gerçekleşmesi gereken mekânda eksiksiz ve kusursuz şekilde gerçekleşmesidir.

İnancımıza göre kader kâinatın 6 bölümde yaratılması aşamasından, insanların hatta insanlığın ölümüne kadar olan tüm aşamalardaki her olayı kapsamaktadır. Öyle ki evrende en büyük galaksiden yeryüzünde yer alan en küçük zerreciğe kadar her şey kaderin bir parçası ve gerçekleşmesine yardımcı bir araçtır. Kader öyle bir olaylar bütününü kapsıyor ki her bir element, elementlerin periyodik tablodaki karşılıkları, bitkilerin ve hayvanların sınıflandırılması, her varlığın bir görev üstlenmesi, bu görevlerin eksikliği durumunda dengenin bozulması, hepsi bir bütün. Melekler, hayvanlar, bitkiler ve diğer tüm canlı cansız varlıkların sabit görevlerinin olması, insanların ise imtihana tabi tutulması, cennet ve cehennemin yaratılmasının arkasındaki ilim, onlara nasıl erişileceğini gösteren bilgi hazinesinin varlığı, sevapların ve günahların matematiksel karşılıklarının belirlenmiş olması, tamamı kaderin eşsiz birer  parçalarıdır.

Bütün öylesine değerlidir ki insan bedeni en eşsiz hazine olarak kabul görür. Zira beyin ve onun düşünme kabiliyetinin bir örneği yoktur. Düşünün, insanlarda bir uzuv eksik olsaydı belki de şu anki hiçbir teknolojiye sahip olamazdık. Araştırmalar durumun bu denli kıymetli ve harikulade olduğunu göstermekte. Görmek istenildiğinde sadece bu konu üzerine düşünüldüğünde dahi bu sanatın sanatkârına, yani tek gerçek olan Rabbe ulaşmak mümkün olacaktır.

Kader en çok eleştirilen konu olsa da her şeyin bir plan program içerisinde gerçekleşmesi gerçeği, kaderin olması ve olabilmesi için de var edicinin tüm süreçlere hâkim olması gerçeği her zaman göz ardı edilmektedir. Planlı programlı olunmadığı zaman işlerin bitmediği, derslerin çalışılmadığı ve sistemin bozulduğu görülse de konu din olduğunda bunlar görmezden gelinmekte. Birçoğuna göre bir şeylerin önceden bilinmesi ona müdahale edilmesini kesin kılar gibi bir hüküm kafalara yerleşmiş durumda. Oysa düşünün, ders çalışmak için programınızı yaptınız ve ders çalışmaya başladınız veya işe gittiniz ve mesainiz başladı, önceden ders çalışmanızı programlamanız veya işe gidip yapacaklarınızı bilmeniz o duruma kesin müdahale edeceğiniz anlamına mı gelir?

Ne yapacağınızı bilmek ve bir kenara yazmanız sadece bu durumu daha iyi kontrol etmenizi, biri sorduğunda cevap verebilmenizi ve düzenli olmanızı sağlar. Eğer her şeyi bir düzen içerisinde yaratan bir Allah’a inanıyorsak kader kesinlikle var olmalıdır. Kadere iman insana birçok yeni bakış açısı kazandırır. Evrenin yaratılışı, insanın yaratılışı, canlıların yaratılışı, her biri birer mucizeye dönüşür ve anlamlı birer açıklamaya kavuşur. En küçük varlıktan en büyük varlığa kadar her şey Allah’ın varlığına şehadet eder ve kulun imanına güç katar. Böylelikle Allah takdir ettiği olaylar silsilesiyle hem yaratılışın programını çıkarır hem de onu kulları için kuvvetli bir iman vesilesi haline getirmiş olur.

Kuvvetli bir iman vesilesi zira çevrenize baktığınızda ne güneşin ne ayın ne taşların ne denizlerin ne ağaçların ne hayvanların hiçbirinin neden yaratıldıklarına, ne yaptıklarına ve ne yapmaları gerektiklerine hâkim olmadıklarını görürsünüz. Her biri benliklerine yerleştirilmiş görevle meşguller ve onun dışında hiçbir varlık sebepleri yok. Güneş sadece aydınlatmalı, enerji oluşturmalı, ağaç beslemeli, oksijen üretmeli ve diğerlerine verilmiş yüzlerce belki binlerce görev… Ama insanlar öyle mi? Kendi bedenindeki mükemmel düzene hâkim olduğu kadar kendi hücresine hükmedemediğinin farkında. Var olabilmek için bir düzen içerisinde hareket etmesi gerektiğinin farkında. Tüm canlıların ve cansızların varlık sebeplerinin farkında. Bunlar insana kuvvetli bir iman kazandıramayacaksa ne kazandırabilir?

Huzurun Gerçek Kaynağı: Kader

İnsan için kadere inanmak ve ona iman etmek en büyük ve en değerli huzur kaynağıdır. Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olan kaderi kendi yaşadığı ve kendisi dışında yaşanan her şeyde görebilen insan, gerçekleşen tüm olaylarda bir hayrın varlığını, Rahman adıyla rahmetin yeryüzünde varlığını ve işleyişini görebilecektir. Rahman isminin tecellisine şahit olan bir insanın yaşanan tüm olayların arkasındaki hikmet kapısını aralayabilme arayışında olması huzurun kapısını da sonsuza kadar açacaktır.

Huzura erişen insana dünyalık işlere gelen olumsuz durumlar zarar veremez, geçmiş olaylardaki keşkeleri ortadan kalkar ve ruhunu bunaltan tüm olaylardan kurtulur. Hikmetlerin değerini bilen insan kendini Rabbine adar ve onun takdirini kazanmak için yapması gerekenleri yapar. Takdiri kazanmak için yapılan tüm işler elbet sonsuz huzuru da beraberinde getirir.

Kadere İnanmamak İnsana Ne Katabilir?

Kadere inanmamak için direnen insanlar ne umuyorlar? Her şeyi kendi haline bırakmayı mı? Yoksa sonuçları Allah’ın rızasına bağlamayıp daha çok üzülmeyi mi? Bunun ne faydası olacak? İnsan gibi duygusal bir varlığın bu yükün altından çıkması daha da zorlaşmayacak mı? Bazen her şeyin mantıklı bir açıklaması olmaz, mantığa en yakın olan vardır. İnsan kendisine en kolay, en mantığa yatkın olanı seçip alır; siz de öyle yapın, tüm yaşadıklarınızın bir nedeni olduğuna inanın ve anlam bulsun hayatınız.

Hataların Nedeni Kader Olabilir mi?

İslam büyükleri kaderi ikiye ayırırlar.

Bunlardan birincisi ızdırari kaderdir. Izdırari kader bizden ve irademizden bağımsız olan, bizim hiçbir etkimizin olmadığı kaderdir. Örneklendirmek gerekirse kan bağımızın olduğu ailemiz, büründüğümüz vücudumuz, yeteneklerimiz birer ızdırari kader konusudur. Bu örnekler çok daha fazla hale getirilebilir ancak bu kadarı konunun anlaşılması için yeterli olacaktır. Hiçbirine müdahalemiz söz konusu olmayıp ızdırari kaderin kapsadığı tüm konulardan mahşerde sorumlu da değiliz.

İkincisi ise ihtiyari kaderdir ki tahmin ettiğiniz üzere tamamen tercihlerimize bağlı olan kader türüdür. Allah’ın, yüce ilmiyle kulunun geçmiş ve gelecekteki tüm tercihlerini bilip takdir etmesi konusudur. İhtiyari kaderi örneklendirmek gerekirse yemek, içmek, konuşmak, koşmak gibi fiillerin tamamı örnek verilebilir.

İnsanın, kendisini en güçlü varlık olarak tanımlasa da vücudunda gerçekleşen birçok olaya hükmedemezken sadece düşünebildiği için böyle bir kanıya varabilmesi oldukça gülünç bir durumdur. Zaten hayat da birçoğumuza sırf düşünebilme yeteneği var diye tüm insanların güçlü olmadığını tekrar tekrar ispat etmiştir. Daha kendi vücudumuza hâkim değilken, her uyduğumuzda tüm kontrolü kaybederken aciz bir varlık olduğumuzu kabullenmemek sadece sorunları daha da büyütmekten başka bir şey kazandırmaz.

Başlığa geri dönecek olursak: Hataların nedeni kader olabilir mi? Özellikle bir önceki kısmın hemen ardına getirdim bu kısmı. Çünkü kontrolümüz altında olmayan birçok şeyin yanında kısmen kontrolümüz altında olan çok şey var. Bunlar ihtiyari kader kısmında bahsettiğimiz yemek, içmek vb. fiiller. Bu fiillerin tamamını yapmak için biz karar veririz. Allah kısmi iradeyle verdiğimiz kararın olduğu gibi olmasına izin verir ihtiyari kaderde. Tercih edebilme özelliğiyle donattığı insana bu noktada asla müdahale etmez. O halde şimdi tekrar düşünelim. Hatalarımız da tercihlerimizin sonucu olarak ortaya çıkan bir fiilin sonucu ise hataları kadere yükleyebilir miyiz? Hiçbir zorlamaya tabi tutulmadan karar verdiğimiz ve işlediğimiz bir suç için yalnızca tek sorumlu bizizdir. Bu konuda hiç kimseyi, hiçbir şeyi bu suça ortak edemeyiz.

Her Karar Verdiğimiz Eylem Allah’ın Ol Emriyle Oluyorsa Suç Nasıl Bizim Olabilir?

Aslında bu soruya bir önceki bölümde cevap vermiş olsak da konunun daha iyi anlaşılabilmesi için böyle bir bölüm oluşturma gereğini hissettim.

İnsana verilen kısıtlı irade, yani kısıtlı karar verebilme, düşünebilme yeteneği önemsizmiş gibi gözükse de çevrenize baktığınızda elde edilen tüm teknolojilerin insanın bu kısıtlı iradesi sonucu çıktığı ortadadır. Zira bir bitki veya hayvan için bu denli bir gelişim söz konusu değildir.

Tercih edebilmek önemsizleştirilmeye çalışılsa da bir yolculukta olduğunuzu düşünün. Bu yolculuğunuzun nedeni kitap yazmak. Otogara gidip bilet alıyorsunuz karşınızda iki seçenek var, Adana ve İstanbul şehirleri. Daha önceki araştırmalarınızda ve çevrenizden edindiğiniz deneyimlerle İstanbul’da birçok matbaanın ve yayınevinin olduğunu öğrendiniz. Adana’da ise yalnızca bir adet matbaa ve yayınevi mevcut ve siz roman yazmışken orası sadece şiir kitapları kabul ediyor. Ret alırsanız ikinci bir bilet için şansınız bulunmamakta. Böyle bir durumda siz olsaydınız hangisini seçerdiniz? Birçok seçeneğinizin ve alternatifinizin olduğunu düşünerek İstanbul’u mu yoksa tek alternatifinizin olduğu ve kabul edilmeme ihtimalinizin çok yüksek olduğu Adana’yı mı?

Burada sadece tercih ederek biletinizi alırsınız. Otobüsü siz hareket ettirmezsiniz veya yönünü siz belirlemezsiniz. Ancak başlangıçta yapılan il tercihi, bilet alımı yapılarak belirtilen durumların da belirleyicisi olmuştur. İnsanın yaptığı tüm tercihler aynı şekilde değerlendirilebilir. Örneğin caminin faziletli, meyhanenin ise haram kılındığı tüm insanlığa bildirilmiştir. Her ikisi için de tercih tamamen insana aittir.

Evren sebepler dairesinde yaratılmış ve bilim her şeyin bir kanun çerçevesinde var olup bu kanunlar silsilesi ile devam ettiğini bize açıklamıştır. İşte insan da bu kanunlar çerçevesinde tercihlerini yapabilmekte ve dilediği gibi karar alabilmektedir. Bu tercihlerin ve kararların sonucunun nereye çıkacağı önceden insana bildirilmiş olup herhangi bir zorlama veya müdahalenin olmayacağı eklenmiştir. Böyle bir durumda tüm kararlar bizzat nefsimize aitken, suçu tercih edip, kararlaştırıp yapan insanken suç başka kimin olabilir?

Izdırari Kader Gibi Bir Kader Türü Varken Adil İmtihan Mümkün müdür?

Bazı insanlar varlıklı dünyaya gelirken bazıları yoksul ve çile içerisinde dünyaya gözlerini açmaktadırlar. Bunlar insanın iradesi dışında gerçekleşen ve yukarıda belirttiğimiz gibi insanın mahşer meydanında sorumlu tutulmayacağı konulardır. Yine de tercihleri etkiliyor düşüncesinden dolayı böyle bir bölümün varlığı yürekleri ferahlatacaktır düşüncesiyle yer vermek istedim.

Konuyu değerlendirirken hak kelimesi işin içerisine dâhil olmaktadır. Düşünün, yoksul mahallesine bir zengin geldi ve bir ev seçerek bir servet bırakarak gitti. Diğer yoksul bireylerin sokağa dökülüp biz bunu kabul etmiyoruz, bize neden verilmedi diyebilme lüksleri mevcut mudur? Tabii ki hayır. Böyle bir söylemde bulunabilmeleri için verilen o servette haklarının bulunması gerekirdi. İnsanların Allah üzerinde hiçbir hakları yokken böyle bir konunun düşünülmesi saçma olacaktır.

Bu gibi konularla aklı meşgul etmek yerine sonsuz imkâna sahip cennet için süreli bir ömrü O’nun istediği gibi yaşamak daha mantıklıdır. Sürenin sonunda cennet vaadi de olmayabilirdi böyle bir durumda kimse itiraz da edemezdi. Ancak O, kulları için kendi yanında birkaç saniye gibi gelebilecek ibadetler için lütufta bulundu.

İmtihanda olmak hiçbir zaman insanın hoşuna giden veya gidebilecek bir durum olmamıştır. Ancak herhangi bir sınava girdiğinizde ve kâğıt önünüze geldiğinde neden sınavda olduğunuzu sorgulamaz, sadece sınava odaklanırsınız. Bu sınav diğerlerine göre daha uzun bir sınav olduğundan sürekli vesveseler ile karşı karşıya kalabilirsiniz. İşte önemli olan da böylesi zamanlarda vazgeçmeyip cennetin en iyi mertebelerinden birinde yerini almaktır.

Böyle bir bölüme yer vermişken şu konuya da değinmek gerekir: Eğer bulunduğunuz koşulları kabullenmeyip hem dünya hem ahiret için üzerinize düşenleri yapmazsanız durumunuz daha da kötü olacaktır. Sınav başladığı anda her an bitişine de yaklaşıyor olacaksınız. Elinizde bulunan imkânlara şükredin, şükredin ki Allah ikram etmeye devam etsin, belki de neden bu hayat bende değil dedikleriniz bir gün aynı cümleleri sizin hayatınız için kullanacaklar.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski